27 Ekim 2011

We'll always have Paris

Notre Dame de Paris


Woody Allen'ın son işi Midnight in Paris'i yeni izleyebildim. Hipster'lar Allen New York'un dışına çıktığından beri filmlerine burun kıvırdığından mıdır bilmiyorum ama ben son işlerine bayılıyorum. Midnight in Paris de hem Woody Allen zekası, hem de Paris içerdiği için benim için özel olan filmlerin arasına girdi. Yeri gelmişken Paris yazısı yazmam da farz oldu.

Geçen sene tam bu vakitler içime düşen Paris özlemi bir blog postuma ilham vermişti. Sonuna da 'umarım en kısa zamanda kavuşurum' yazmıştım. Özlem uzun sürmedi, Haziran'da bir haftalığına kavuştum Paris'ime.

Paris hakkında yazmak zor. Çok klişe barındıran, herkes tarafından iyi bilindiği iddia edilen, çok sevilen, çok kıskanılan (şu an Paris'i bir kadına benzetmemek için kendimi zor tutuyorum! Yapma Shibafu, düşme bu tuzağa...) bir şehir.

Lafı uzatmıyoruz ve tavsiyelerime geçiyoruz:



-İnce elbiselerle Paris sokaklarında fink atmak, sokak kafelerinde şarap yudumlamak çok güzel tamam. Ama turist kalabalığı Paris'i çekilmez bir hale sokuyor. Saatlerce müze kuyruğu beklemek, oturduğunuz kafede yan masadan yükselen 'one cheeseburger and a bud' seslerine ve doğaüstü şekilde yükselen sol kolu ile kendisinin Facebook profil fotoğrafını çeken insanlara tahammül etmeye çalışmaktan bahsediyorum.  Bence bu şehrin en güzel zamanı kış. Az turist, az kuyruk, çok keyif.
-Paris'e tepeden bakmak için Eiffel'e çıkmak yerine Notre Dame'ın çan kulesine çıkın. Quasimodo'nun hayaletiyle birlikte şehre tepeden bakmak benzersiz.
-Champs Elysees, Montmartre gibi ultra turistik yerlere az zaman ayırın ve düşük beklentilerle gidin.
-Champs Elysees'deki Louis Vuitton'un kapısında kuyruk bekleyenleri parmağınızla işaret ederek dalga geçin, hakediyorlar.
-Colette'e gidecekseniz gözünüzden siyah çerçeveli numarasız gözlük, elinizden Holga, yüzünüzden mutsuz hipster ifadesini eksik etmeyin.
-Marais'ye gitmişken Paris'in saklı kalmış hazinelerinden Musee Carnavalet'yi mutlaka ziyaret edin. muhteşem bir bahçeye ve binaya sahip bu minik şehir müzesine giriş bedava, üstelik kuyruk muyruk yok.
-Place des Vosges'a gitmişken Victor Hugo'nun evine uğramayı ve ustaya saygı duruşunda bulunmayı ihmal etmeyin.
-Laduree'yi boşverin, Pierre Herme'nin macaron'larına yumulun.
-Palais Garnier'de mutlaka bir opera veya bale izleyin. İki dirhem bir çekirdek gidin. Antraktta şampanyanızı yudumlayarak binanın güzelliğine bir kez daha hayran olun.
-Monalisa'yla fotoğraf çekinip, Champs Elysees'de vitrin yalayıp, yanarlı dönerli Eiffel motifli souvenir'ler alıp da döndükten sonra 'Paris nasıldı?' diye soracaklara 'yaaaneee... öyle ahım şahım diil. çok sevmedim' diyecekseniz, boşverin Paris'i ne işiniz var. Amsterdam'da kafayı bulun, Londra'da harika British aksanınızı konuşturun, New York'ta Carrie'cilik oynayın falan. Paris'i boşverin. Paris hep bizim olacak...

Musee Carnavalet

Hiç yorum yok: