14 Mayıs 2012

O dudağındaki kan mı?

Uzun zamandır bloga dokunacak vakit bulamadım. İnsan boş gezenin boş kalfası olunca daha meşgul oluyormuş, bunu öğrendim bu sırada. Ne zamandır yapmak isteyip de yapamadığım şeyler birikmiş meğer, havaların da iyice yaz kıvamında olmasıyla (30 civarı şu sıralar) beş sene non-stop çalışma hayatının acısını çıkartıyorum, ayıptır söylemesi.

Tabii bu 'ne zamandır yapmak isteyip de yapamadıklarım' listesinde sadece la dolce vita maddeleri yok. Uzun zamandır hayatımı tamamıyla cruelty-free yaşamaya adapte etmek istiyordum, nihayet bu konuda çok ciddi aşamalar kaydettim.
Peta'nın internet sayfasında hayvanlar üzerinde test yapan, hayvan ürünleri kullanan ve kullanmayan, test yapmayan tüm firmaların listesine ulaşabiliyorsunuz. Hatta adresinizi verince bir de cruelty-free shopping guide yolluyorlar evinize. Buna kozmetik listemi baştan aşağı değiştirmeye başladım. Zaten L'Occitane en Provence, Lush gibi test yapmadığını bildiğim firmaları pek çok ürün için tercih ediyordum. Ama işin derinlerine indikçe çok sevdiğim kırmızı Chanel rujumdan, Agent Provocateur parfümümden de vazgeçmem gerektiğini gördüm. Kolay değil, ama yapılması gereken bu.

Çoğu insanın bu durum için savunması 'aman canım ben mi öldürdüm hayvanı, onlar zaten öldürüyor, ben sadece ürünü satın alıyorum' mantığının Nazi soykırım düzeninden farkı yok. Savaş sonrası yargılandıklarında onlar da 'Trene bindirdiysem ne olmuş, kampta görevli değildim ki', 'ama ben sadece düğmeye basıyordum, ben mi öldürdüm onca insanı?' gibi beyanatlarla katliamda bireysel olarak rol oynamadıklarını savunmuşlardı. Ama onlar olmasa soykırımın gerçekleşmesi mümkün olmayacaktı. Aynı mantıkla, hayvanlar üzerinde test edilen ürünleri satın alan, kullanan olmazsa o katliamlar gerçekleşmez. Ve o dudaklarımızdaki kırmızı boyada onlarca hayvanın kanı var ne yazık ki.

Tam cruelty-free markalarımla mutlu mesut yaşamaya hazırlanıyordum ki hayvan dostu firmaların çoğunun ne yazık ki insan dostu olmadığını farkettim. Cruelty-free mücadelede çok takdirimi toplayan Lush'tan aldığım şampuanın içindekiler listesinde paraben olduğunu görünce bu sefer farklı bir araştırma yapmaya başladım. 

www.ewg.org adresinden bir çok ürünün içeriğini ve ne kadar tehlikeli olduğunu görmeniz mümkün. Aynı zamanda hayvanlar üzerinde test yapıp yapmadığını da söylüyor. Buna göre kullanabileceğim kozmetik ürünü sayısı iyice azaldı ama artık içim rahat. Kullandığım ürünlerin kendime de başka bir canlıya da zararı olmadığını biliyorum. Bu arada hayvanlar üzerinde test yapan firmaların büyük çoğunluğunun ortak noktası insanlar için de son derece zararlı kimyasallar ihtiva etmeleri. Yani kötülüğü sadace başka bir canlıya yapmıyorsunuz, kendinize hatta doğacak çocuklarınıza da yapıyorsunuz.

Sevdiğim bir çok ürüne veda ettim ama bir çok da yeni, güzel malzemeyle tanıştım bu sayede. Aşağıdaki adresten görebileceğiniz şarap özlü rujlardan edinmek öncelikli hedefim!

http://www.winecountryorganics.com/




06 Mart 2012

Dünya gözüyle Radiohead

Source: www.greenplastic.com



Senelerdir Türkiye'ye gelme(me)si efsane olan gruplar var. Başı Radiohead çekiyor. Konser için yurt dışına gidecek kadar fan değilim, dolayısıyla bugüne dek canlı izlemek kısmet olmamıştı. Bu sefer Dallas'a kadar gelmişlerken gitmemek olmazdı, dün akşam American Airlines Center'da yerimizi aldık.

Burada şimdiye kadar bir sürü konser, gösteri, maç izledik ama ilk kez rock konserine geldik. Texas'la hiç bağdaşmayacak, sokakta, sinemada, kafede görmediğim binlerce insan doldurmuştu arenayı. Coachella'da nasıl bir kitle görüyor/görmeyi umuyorsanız aynısı Dallas'taydı. Bu konudaki teorilerim şöyle:
a. Konser için başka şehirlerden/eyaletlerden akın olmuş
b. Dallas'ın alternatif gençliği üniversite kampüsünden, evinden dışarı sadece konser için çıkıyor
c. Dolly Parton'lar bir geceliğine silikonlarını evde bırakıp, sarı lülelerini rastayla gizlemiş, kelebekli kalpli dövmelerini guaj boyalarıyla ejderha figürüne dönüştürmüşler ve tabii altın dokunuş olarak hipster gözlükleri takmışlar.

Bence de en mantıklısı c.

Ön grup Other Lives çalarken yarı yarıya boş olan salon Radiohead'in sahneye adımını atmasıyla birden doluverdi ve ortamı keskin esrar kokusu kapladı. İçenlerin apaçi figürleri izlemeye değerdi! (Ben duman avcılığımı yine yaptım tabii ki). Sahne tasarımı bugüne dek gördüklerimin en iyisiydi sanırım; iki dev led ekran, bir sürü de hareketli ufak led ekran yerleştirilmişti. Ekranlarda Thom Yorke'un kaşına gözüne zoom yapan görüntüler yerine artistik çekimler gösterildi. 24 şarkı çaldılar toplamda, sahne performansları kusursuzdu. Merak edenler için setlist'in linki:
http://www.setlist.fm/setlist/radiohead/2012/american-airlines-center-dallas-tx-23dee043.html


Thom Yorke yoğun British aksanıyla izleyiciye veda etmeden önce grup Paranoid Android çalarak bizi iyice mest etti.

Teşekkürler Radiohead. Bunu saymadık, İstanbul'a da bekliyoruz.



22 Şubat 2012

Pastel ojeler

Ozge, bu post senin icin!

Bunlar gecen sezonun renkleri ama seviyorum ve bu sezon da surmeye devam ediyorum. Gecen sezon bayila bayila bayila alip surdugum bu ojeler vög amerika'nin 606 sayfalik mart sayisinda yok diye cope atcak degilim herhalde!

Yeri gelmisken; fotoda gordugunuz konu mankeni karti yeni bebegi olan arkadasim Z icin almistim. Pembe ve mavi dayatmasini sevmiyorum bebekler icin, bu karta bayildim o yuzden.

Nane yeşili


İlkbahar sezonunun pastel renklerine bayıldım. Somonlar, fıstık yeşilleri, mercanlar nefis. Ama favorim 'mint green' tonları. Bugün havanın 24 derece olması ve güneşin pırıl pırıl parlamasıyla heveslendim ve sarı ojelerimi sürdüm, baharlıklarımı giydim ve kendimi havuz kenarına attım. Yok daha mayo giyme ya da havuza girme havası yok,  şezlonga uzanıp dergimi, kitabımı okuyorum. Eh, herkes Facebook'a kar fotoğrafı koyup nispet yaparken iyiydi, biraz da ben yapayım dedim!




Kulaklık: Urban Ears (Urban Outfitters)
Bluz: Jason Wu for Target
Ayakkabılar: Urban Outfitters (babet gibi çıkmışlar ama aslında Mary Jane)

02 Şubat 2012

Jason Wu baharı


Jason Wu Target için özel bir koleksiyon hazırladı. İlkbahar/yaz 2012 için özel tasarladığı giysi ve aksesuarlar 30-40 USD gibi cok ozel fiyatlara satılıyor. 5 Şubat, yani bu pazar hem mağazalarda hem de online olarak raflarda yerini alacaklar. Ben siyah kedili çantayı gözüme kestirdim, onu almadan dönmem. Eh, gitmişken elbiselere de bakmamak olmaz! 'Bahar alışverişi için erken değil mi?' demeyin, hava burada 22 derece, ilkbahar çoktan başladı. Hatta Amerikalılar için yaz başladı diyebilirim, parmakarası terlikle gezenler çoğunlukta. Gerçekten yaz gelince neyle gezeceklerini çok merak ediyorum. Ben mi? 'Kızım ayağına terlik giy, karnın ağrır sonra'larla büyümüş bir Türk kızı olarak henüz çorabı çıkartamadım. 


27 Ocak 2012

Vitrin guzelleri

Ocak ayının ortasinda vitrinler ilkbahar/yaz koleksiyonlariyla renklendi bile. Gerçi burası buna gayet müsait, şu an hava 20 derece, güneşli! Yaz kıyafetleriyle, parmak arası terlikle dolaşanlar ceket giyenlerden daha fazla.

LV vitrinini cupcake ve dev kirazlarla süslemiş, bayıldım! Kate Spade'in vitrininde özel bir süsleme yok ama şu çantaya vuruldum resmen! Kahvaltıda pasta yemek? Evet, evet o benim!



19 Ocak 2012

Kutuphanemin yenileri


Kitabı kapağından yargılamamak gerektiğini biliyoruz tamam. Ama söz konusu rüştünü çoktan ispat etmiş klasikler olunca kapak tasarımından konuşmanın da zararı olmaz. Birkaç ay evvel piyasaya çıkan ancak benim ancak bugün edinebildiğim bu iki kitap Penguin Threads serisinden. Seride üç kitap bulunuyor; Emma (Jane Austin), The Secret Garden (Frances Hodgson Burnett) ve Black Beauty (Anna Sewell). Kapaklarında Jillian Tamaki'nin bu seri için özel tasarlanmış nakışları var. Kağıda kabartmalı baskı yapıldığı için dokunana kadar gerçek nakış zannetmek mümkün. Hatta kapakların içinde de nakışların arkası yer alıyor. Tek kelimeyle bayıldım!

                            



16 Ocak 2012

Hayııııır!


Golden Globe'da giyilen muhteşem elbiseler (ve elbette ki rüküşler), Meltem Cumbul'un barış mesajı, Ricky Gervais'in Elton John ve Madonna'ya eğlenceli giydirmeleri gazetelerde, dergilerde, twitter'da konuşuladursun, ben başka bir noktaya dikkatleri çekmeden geçemeyeceğim. Sevdiğimiz, saydığımız, beğendiğimiz Joseph Gordon-Levitt beni hayalkırıklığına uğrattı. Yukarıdaki fotoğrafta yanlış bir şey yok. Smokini ve papyonu süper olmasa da on üzerinden sekiz alır. Gelgelelim fotoğrafın devamına; yani aşağıdaki kısma! Smokininin olması gerekenden kısa paçalarından gözüken şey BEYAZ ÇORAP değil de ne???
Kıro mu, hipster mı siz karar verin. Tabii ikisi arasında bir fark olduğunu düşünüyorsanız.


13 Ocak 2012

Sincap askina!


Starbucks'in 'post holiday' bardak ve kesekagidi tasarimina bayildim! Gecen hafta Central Park'ta bir sincabi elimle ayni bu sekilde besledim. Kucucuk eliyle parmagimi tutup elimden bademi aldi; Inanilmaz guzel bir his! Dallas'in sincaplariyla iliskimiz henuz bu seviyeye gelmedi ne yazik ki ama calismalarima devam ediyorum.

12 Ocak 2012

Cape Town'da scotch



Hayatımın en sürpriz ve en beleş seyahatini geçtiğimiz Haziran ayında yaptım. J&B Scotch Facebook üzerinden bir kokteyl yarışmazı düzenlemişti. Ben ve S katıldık. Sadece ödül için değil, yaptıkları app ile kokteyl yaratmak çok eğlenceliydi, bol bol kokteyl yaptık ve kazandık! Bu sefer sadece şehir hakkında ukısa bilgiler vermek yerine seyahatin detaylarını da yazmak istiyorum.

Kazandığımızı öğrenince apar topar işyerinden izin aldım. Cape Town tatili 23-27 Haziran arasındaydı ve bizim 28 Haziran için Paris'e uçak biletimiz vardı. Ayrıca Cape Town'dayken iki önemli düğünü kaçırıyordum. Ama diğer yandan 25 Haziran ilk evlilik yıldönümümüzdü ve bu bize evrenden bir hediyeydi. Düğünü olan arkadaşlarım neyse ki durumu anlayışla karşıladılar ve yola koyulduk.


THY ile konforlu, uzun bir yolculuğun ardından diğer talihlilerle birlikte Güney Afrika'ya vardık. Johannesburg'daki stopover ile birlikte yaklaşık 13 saat sürdü. Ama aynı meridyen üzerinde seyahat ettiğimiz için saat farkı yaşamadık, jetlag de olmadık. 
Havaalanında bizi acapella şarkı söyleyip dans eden bir grup J&B insanı ellerinde yanıp sönen 'hoşgeldiniz' tabelalarıyla karşıladı. Doğruca otelimize gittik. Otel kapısında da sonradan her etkinlikte bizimle olacak disko topu kafalı J&B maskotu dans ederek karşıladı. Odalarımıza yerleştikten sonra soluğu öğle yemeği için limanda aldık. 
Liman Cape Town'un şehir merkezi. geçen sene dünya kupası maçlarının gerçekleştiği stada yakın. Ha bu arada, Haziran ayında Güney yarımkürenin en ucuna gittiğimiz için hava buz gibiydi! Mont ve atkıya rağmen üşüdük. Limanda Güney Afrika mutfağından leziz yemekler yedik, zaten çok sevdiğim Güney Afrika şarapları içtik. Buradaki en meşhur şarap pinotage. Bol bol tükettik, hatta yanımızda da getirdik. Türkiye'de Migros'larda da bulabileceğiniz Two Oceans ucuz ve lezzetli bir Cape Town şarabı, tavsiye ederim.


Yemek sonrası gruptan ayrıldık ve limanı keşfetmeye çıktık. İskelenin civarında sırt üstü yüzen fok balıklarını görmek güzel bir sürpriz oldu. El sanatları çarşısını ve civarı dolaştıktan sonra biraz da üşüdüğümüz için Two Oceans akvaryumuna girdik. Cape Town iki okyanusun birleştiği (Ümit Burnu) bölge olduğu için akvarumu her iki okyanustan da örnekler içeriyordu. Bu iki okyanus iç içe olmalarına rağmen bitki örtüsü, su yapısı, canlıları birbirinden farklı. Dev köpekbalıkları, penguenler, kurbağalar, çeşit çeşit balık ve deniz böceği, yosun vs gördük. Güzel bir deneyimdi.
Bu arada gruptan ayrı yaptığımız için para ödediğimiz tek aktivite bu oldu, onun dışında içtiğimiz suyu bile J&B karşıladı. Bu kadarını beklemiyordum açıkçası.




Otele dönüp üzerimizi değiştirdikten sonra başka bir otelde teras partisine gittik. Yer çok güzeldi ama parti geç başladı, zaten yorgnduk. Fazla kalmadan otele döndük.
Ertesi gün Cape Town civarında gezmye gittik. Güzel yerlere uğradık, sonra turistik bir tesiste tüm dünyadan J&B katılımcılarıyla birlikte yemek yedik. Açık büfe ve etrafta uçuşan sinekler çok iştah açıcı değildi, yemeğimizi hızla bitirip arka tarafta bir takım vahşi hayvanların olduğu bir tür hayvanat bahçesine gittik. Vahşi kediler, ilk kez gördüğüm enteresan tilkiler, ismini bilmediğim fare benzeri ultra sevimli yaratıklar vardı. Ve çitalar! Burası aslında çita merkezi, onları korumak için önemli çalışmalar yapıyorlar. Ve biz bir çita sevdik! Hayatımın en güzel anlarından biriydi. Çitanın yumuşacık tüylerine dokunmak benzersiz bir deneyim!!!
Akşamında büyük J&B partisi vardı. Her yıl dünyanın enteresan bir yerinde gerçekleşiyor bu parti ve bu sene de Ümit Burnu Kalesi seçilmiş bu iş için. Yer güzel, hazırlıklar vs nefisti.. Club insanı değilim, bir köşede içkimizi yudumlayıp birinci evlilik yıldönümümüzü kutladık S ile, J&B'ye de bizim için böyle bir parti düzenleyip tüm dünyadan insanları getirdikleri için içimizden teşekkür ettik :))





Ertesi gün erkenden kalkıp safariye çıktık. Gerçek safari Orta Afrika'da yapılıyor, bu 'Afrika' diye Güney Afrika'ya gelen turistlerin hevesini gidermek için yapılmış turistik bir atrafsiyon. Çitlerle çevrili özel bir safari parkında dev ciplerle dolaşıp iki zürafa, bir fil, beş aslan, birkaç su aygırı, gergedan vs gördük. Aslanlar ayrı bir tel örgü arkasında tutuluyor mesela. Fazla bir heyecanı yoktu. Yine de hayvan hayvandır, dondurucu soğuğa rağmen gittiğimize pişman olmadık.
Ardından programda olmamasına rağmen Cape Town'a kadar gelmişken kaçırılmaması gereken Ümit Burnu'na gittik. İşte Cape Town'daki en özel yer burası. Meşhur Ümit Burnu, iki farklı okyanus ve Güney Kutbu'na doğru uzanan ve sonsuzmuş gibi görünen ufuk...





Otele dönüş yolunda Table Mountain'a çıktık. Dağ tavşanı gördük tepede, dünyanın en sevimli yaratıklarından biri! Kedi gibi dolanıyolar ortada! Hayatımda daha çok üşümemiş olabilirim, dapın tepesi o kadar soğuktu ki!!!! Günbatımını yakaladık, nefisti. 



Akşam güzel bir yerde yine Güney Afrika spesiyalleri yedik. 
Son sabah check out yaptıktan sonra havaalanına gitmeden evvel 3-4 saat vaktimiz vardı. Barların ve dükkanların bulunduğu meşhur caddede yürüdük biraz, Cape Town'lu bir arkadaşımla buluşup kahve içtik. Sonuç olarak çok güzel ve unutulmaz bir tatil geçirdik Güney Afrika'da. Tekrar gelir miyim bilmiyorum. Şehir o kadar özel ve etkileyici değil ama doğası ve hayvanları başka. Yol kenarlarında vahşi babunların dolaştığı, açıklarda balinaların kuyruk salladığı (biz göremedik ne yazık ki), fokların, penguenlerin plajlarda cirit attığı başka bir yer var mı bilmiyorum.
Son olarak; ırkçılığın sonuçları ne yazık ki hala görülüyor. Gelir farkı çok fazla, binlerce insan 'District 9' denen gecekondu bölgesinde yaşıyor. Suç oranı da çok yüksek ve siyahlar potansiyel suçlu olarak görülüyor.  Dükkanların kapısı kilitli, tipinizi beğenirlerse içeriden açıp girmenize izin veriyorlar. 



ÖZET:
-Cape Town'a kuzey yarımkürede kışken gidin, orada yazın tadını çıkarın.
-Masa Dağı'na mutlaka -mümkünse günbatımında- çıkın. 
-Ümit Burnu şehir merkezinden epey uzakta ama mutlaka gidin, değer.
-Safari'ye gitmeseniz de olur, gerçek safari değil çünkü. Ama uzun bir tatil için geldiyseniz, zaten yapacak çok şey olmadığı için gidebilirsiniz.
-Safari'ye gitmeye karar verdiyseniz yanınızda el dezenfektanı götürün çünkü rehberiniz önce gergedan bokunu elleyip size gösterecek, sonra da tur bitiminde elinizi sıkacak! (Bkz. Aşağıdaki fotoğraf)
-Dönerken şişe şişe şarap, roibos çayı (biz hastası olmamıza rağmen unuttuk!), özel içkilerinden ve çocuklu bir dostunuza hediye olarak vuvuzela alın; yalnız bu sonuncusunun intikamı sizden acı bir şekilde alınabilir uyarmadı demeyin.
-J&B'nin yarışmalarına mutlaka katılın.