22 Ekim 2010

Etsy alışverişim




İnternetten alışverişi seviyırum. Aslında alışverişin her türlüsünü seviyorum ama internetten alışverişin şöyle bir artısı var: Aldığınız ürün birkaç hafta sonra hiç beklemediğiniz bir anda size paket içinde geliyor ve sanki hediye almış gibi hissediyorsunuz!

Bundan 10 gün evvel sıklıkla kullandığım strawberrynet bana bozuk parfüm gönderdiğinde internetten alışverişe tövbe etmiştim. Sadece bir gün sürdü bu tövbem! Arkadaşım Dilek bana Etsy'den beğendiği birkaç dükkanın linkini göndermi. Orada bir broşa aşık oldum ve hemen sipariş ettim.

Ürün ertesi gün Romanya'dan kargoya verildi, vee az evvel elime geçti. Şimdiye dek internetten yaptığım alışverişlerin en tatmin edeni bu oldu diyebilirim.

Bir defa çok güzel paketlenmişti, kırılacak bir rün olmamasına rağmen baloncuklu zarfa konmuş iyice sarılıp sarmalanmış.

Zarfın içinden fotoğrafta gördüğünüz sarı puantiyeli hediye paketi çıktı. Bir de sevimli kart iliştirilmişti yanına.

Kartta simli pembe kalemle yazanları fotoğraftan okuyamıyorsunuz, ters çektiğim için. Şöyle yazmış satıcı: "Thank you so so much for everything. Wish you all the happiness in the world. Hi, Hi."

Doğum günümmüş gibi hissettim!

Broşa gelince, tam beklediğim gibi. Hemen hırkamın yakasına iliştirdim bile. Üzerindeki kızı arkadaşlarım bana benzetti! Hehe

www.etsy.com

20 Ekim 2010

Çorap mevsimi


Bu mevsime dair en sevdiğim şey, her türlü çorabı giyebilmek. Çorap delisiyim ezelden beri. Renkli, soket, yünlü, ince, külotlu jartiyerli dantelli, simli, desenli, pullu; onlarca çorabım var. Calzedonia favorim ama Penti, Berk ve aslında çorapçı olmamalarına rağmen Accessorize, Oysho, Mango, Zara da sık sık çorap aldığım yerler. 

Bir de bakıp bakıp da fiyatları diğerlerine oranla biraz daha yüksek olduğundan almaktan hep caydıklarım var; Falke ve Wolford. (Bu ikisi yan yana gelince sebest çağrışım yaptı: Blair Woldorf'un favori çorap markası Falke, hatta Mr. Bass onun için ta Almanya'lardan alıp getirmişti hatırlarsanız. Tamam bir süre dizi izlemeyeceğim söz!)

Her neyse, almıyor olmam bakmamı engellemiyor pek tabii. Falke'nin yeni sezonuna bakmak için internet sitesini ziyaret ettim geçen gün ve bu aşağıdaki fotoğraf beni karşıladı. Olmuş mu ama Falke yaa! O çıplak yakışıklı adamın yanına bir de kurt koyup ayağına pembe çorap giydirmek olmuş mu! Hadi giydirdin, ayakların o pozu nedir lütfen söyle bana... Vallahi çorap alasım kaçtı.






18 Ekim 2010

Mama said: Pizza time!



Eve en son ne zaman kalın hamurlu, bol yağlı Amerikan tipi pizza söyledim hatırlamıyorum. Mc Donald's'a son gidişimden önce miydi sonra mı?

Ama bu ara sık sık pizza söylemeye başladık. TV karşısında kola veya birayla tüketmiyoruz, hayır. Kırmızı şarap eşliğinde, incecik İtalyan çıtırı pizzaları arkadaşlarımızla veya güzel bir DVD izlerken mideye indiriyoruz. Bize bu zevki yaşatan Mama. İstanbul Doors'un önce Rumelihisarı, birkaç ay evvelse Nişantaşı'nda açtığı pizzacı evlere de servis yapıyor. Makarnalar, salatalar, tatlılar da var ama pizzasını tek geçerim. Bir de başlangıçlardan karamelize soğanlı ve erimiş parmesanlı sarımsaklı ekmeğini mutaka deneyin, bana teşekkür edeceksiniz, buraya yazıyorum!



Mama comes to you!
mamapizzeria.com

12 Ekim 2010

Paris, I love you



Bir süredir burnumda tütüyor Paris. Place des Vosges, Ladurée (neyse ki bir aya kendisi buraya geliyor), Angelina'nın sıcak çikolatası, mont blanc pasta ve bol bol şarap&peynir. St. Felicien favori peynirim ve şu ana kadar Fransa dışında rastlamadım izine.

Tam da bu duygular içindeyken Gossip Girl dördüncü sezonun ilk bölümlerinin Paris'te geçmesi içimi bir hoş yaptı. Yukarıda gördüğünüz Blair Waldorf fotoğrafı o kadar klişe ama bir o kadar istediğim şey şu an.

07 Ekim 2010

Sweet macaron o'mine


Macaron ile 2003'te Paris ziyaretim sırasında tanışmıştım. Arkadaşım Lucie beni Champs Elysées'deki Ladurée'ye götürmüştü ve kocaman bir kutuya onlarca çeşit doldurtmuş, afiyetle yemiştik.

İstanbul'da Beyaz Fırın yapmaya başladı önceleri. Paul'de de satılıyordu yanılmıyorsam. Sonraları popülaritesi artmaya başladı ve Divan, Kitchenette hatta son olarak Bread's gibi pekçok yerde bulunur oldu. Hatta o kadar yıldızı parladı ki bir zamanların efsane 'kurupasta'sının yerini aldı!

DÜn üç ayrı davete katıldım, üçünde de macaron ikram edildi. Buna ne demeli?

Ama Ladurée'de aldığım tadı başka hiçbir yerde bulamadım. Paris'e tekrar gittiğimde veya arkadşlarım gittiğinde hep Ladurée'den sipariş verdim.

Veeee.... Oh la la!


Ladurée Kasım ayı itibariyle Bebek'te şube açıyor! Paul kapandığında çok üzülmüştük ama yerine Ladurée'nin geleceğini duyunca üzüntüm epey hafifledi.

Ladurée'nin yokluğunda yediklerimle ilgili ufak ipuçları:


Divan; gayet başarılı. Passion fruit'lusu nefis. Ama bayatına da denk gelebiliyorsunuz.
Baylan; en başarılılardan.
Paul; iyi ama az miktarda ve az çeşitte bulunuyor. Menekşelisini bulursanız tereddüt etmeyin.
Beyaz Fırın; başta iyi değildi ama sonraları düzelttiler Kutuları, çeşitleri vs pek başarılı.
Patisserie de Pera, Pera Palace; gördüğüm en macaron'a benzemeyen macaron. Tadı da pek olmamıştı.
Kitchenette; uzak durun! Yediğim en kötülerden.
Bread's; kesinlikle yediğim en kötüsü.

Diğerlerini değerlendirmeye dahi tabi tutmuyorum.

Cinayet modası



Moda dergilerini karıştırmayı, trendleri takip etmeyi, vitrinlere bakmayı çok seviyorum. Hatta bir dönem moda dergisinde çalışmaya heveslenmedim değil. Ancak son modanın estetikten, zevkten, etik değerlerden iyice uzaklaştığını ve sorumsuzca tüketime dönüştüğünü farketmemle ilişkimiz bozuldu.

Çıktığı günden bu yana düzenli olarak takip ettiğim Vogue Türkiye'yi bıraktım ilk olarak. Ekim sayısındaki aksesuar ekinde üzerinde hayvanın kafası bulunan kürk bir çantaya yer verdikleri için. Moda için kan akıtmak... Üstelik bunun güzel gözüktüğünü zannetmek... Daha da ötesi bunu kitlelere kabl ettirip talebi ve tüketimi arttımak için dergiye koymak... Asla anlamayacağım ve kendimi teslim etmeyeceğim şeyler... Bunun hiçbir etik değerde veya maaş hesabında karşılığı yok.

Dün Beymen Academia'nın tanıtımı yapıldı. Nefis bir koleksiyon ama kürk dolu... (Yukarıdaki fotoğraf oradan) Ve orada bulunan moda aşıklarının biri bile bunu yadırgamıyor, herkes ceset/ceketlerin önünde kocaman gülücüklerle poz veriyor.

Ben miyim tuhaf olan?

And all that jazz!



Yıl 2000, GSÜ Müzikal ve Drama Kulübü'nde ilk kez müzikal icra etmeye başlıyorum. Daha koroya gireli 2-3 ay olmuş ki on kişilik bir ensemble için seçiliyorum. Hayatımda ilk kez sahnede şarkı söyleyeceğim, üstelik kalabalık bir koronun içine kaynamaktansa on kişiyle birlikte sahnenin önünde, koreografiyle! Şarkımız, sahnede özgüvenin tavan yapması gereken All That Jazz. Tahmin edersiniz ki berbattım =) Yine de All That Jazz hep özeldir benim için...

Geçen yıl Broadway'de izleme şansına sahip olmuştum Chicago müzikalini. Beklediğim gibiydi her şey. Velma'yı oynayan kadına hayran kalmıştım. Geçen hafta ise TİM Maslak Show Center'da izledim. Prodüksiyn birebir aynıydı sanıyorum. Ancak elbette ki İstanbul aleyhine iki majör fark vardı.

1. Kadro
Broadway'de yıldızlar sahnededir. Çoğu Tony ödüllü, başka prodüksiyonlarda beğeni toplamış ve o camiada meşhur isimler. Turneye çıkanlar ise normalde koroda yer alacak oyuncular.

2. Seyirci
Yüksek sesle şarkılara eşlik eden mi dersiniz, oyuncular daha selam verirken paltosunu giyip salonu boşaltanlar mı. Doğru yerde alkışlamayı becerenlere madalya takacaktım, o derece.

Yine de gidilmesi, görülmesi gerek. Özellikle de her fırsatta magazin kamerlarına "en büyük hayalim müzikalde oynamak" diyenler, Lüküs Hayat'ı on defa ayakta alkışlayanlar (alkış Zihni Göktay'a ise o başka), Haldun Dormen'i müzikal yönetmeni zannedenler izlesin.

Come on babe!

01 Ekim 2010

Nostalji kafası

Sonbahar havasından mı bilmiyorum ama eskiden çok sevdiğim birkaç şarkıya sardım birkaç gündür. Senelerdir dinlememiştim bazılarını. Fizy'den bulup bir kez dinleyince yetmedi, tekrar tekrar dinledim.. Bazı şarkılar bana başa şarkıları da hatırlattı, onarı da ekledim listeme. Gözümün önüne eski fotoğraflar, kokular, artık görmediğim kişiler geliyor. Nostalji böyle bir şey; en kötü anı bile güzel, hatta komik gelebiliyor.

Önce playlist'i veriyorum, ardından birkaç anı. Okuyup da anımsayan lütfen mesaj atmaktan ve unuttuklarımı paylaşmaktan çekinmesin!

OST
-Muse/Unintended
-Kargo/Yıllar Sonra
-Rialto/Monday Morning 5.19
-Fastball/The Way
-Polaris/Waiting for October
-Metallica/Mama Said
-Sex Pistols/My Way
-Pixies/Where's My Mind
-The Prodigy/Breathe
-Rammstein/Engel
-Die Toten Hosen/Freitag der 13.
-Depeche Mode/Barrel of a Gun

Flashbacks
Kırmızı saçlar... bej Converse... sarı gömlek... kantinde Rıfkı... ev partileri; Tabu, balkonda sigara (ben  içenleri balkona tıkan kişi oluyorum tabii ki), video, 'Southpark: Bigger, Longer, Uncut', şişe çevirmece... airportcoffee... Pete&Pete... Almanya... Taksim... bira... Dude, Where Is My Car... davul... punk rock... Kenny's Dead... Rabbits from 62... Bronx... Pendor... Catharsis... Taksim Doors... ex nihilo nihil fit&ding an sich... turuncu... Atlas Pasajı... Subway, Mosquito, CafeShop... Akmar... Ibanez... Martin... Dr Martens... renkli saç spreyleri... Eastpack... Diddl ajanda... Rugrats, Angelica... Aaah Real Monsters!.. Clarissa... Star Wars... Mc Donald's... Foubleu... trapez...  MIRC... ICQ... Krebstar... zing bum tafarel... ferük... silik... böcek...direk... mercimek ahmet... "good girls don't go to the discos but bad girls go to the discos"... "soyez sages comme des images"... let the sunshine in... it's because little Fantine won't give him his way... 7.15 Karaköy vapuru... Filler ve Çimen... sürahi doldurma cezası... Espace Francophone...Küçük Oyuncu... Tatil Senesi... Sodexho teyze...