30 Eylül 2010

Rahatlık vs. Görgü



Türkiye'de kimse nereye ne giyeceğini bilmiyor. Düğünde beyaz giyenlerle jean giyenler kuyruklu tuvaletle halay çekenler kadar komik gözüküyor.

Evvelki akşam Kavşak filminin galasındaydık. Hani basının, oyuncuların ve yönetmenin de katılıp, herkesin filmi ilk kez izlediği etkinlik... Kırmızı halılar, tuvaletler, şaşaa... Yok canım, hiçbiri yok bunların. Burası İstanbul. Başrol oyuncusu galaya jean'le katılır. Misafirlerden bahsetmiyorum bile.

Evet, bazı konularda tutucuyum. Ama görgüyle tutuculuğu da birbirine karıştırmamak lazım.  Her kıyafetin bir ortamı olduğu gibi her ortamın da bir kıyafeti var. Her zaman en önemli şey 'rahat hissetmek' değil. Sevgili oyuncumuz kendine güvenini mi kanıtlamış oldu bu şekilde? Bazı kuralları takmadığını mı? Filmi takmadığını mı? Yoksa görgüsüzlüğünü mü?

Bu arada filme gelirsek; boşa vakit kaybetmeyin, 21 gram'ı yeniden izleyin.

23 Eylül 2010

Tesadüf?



Facebook'ta arkadaş olduğunuz bir takım insanlar evlendiğinizde sizi tebrik dahi etmeyip, gelinliğinizi, saçınızı, duvağınızı, ayakkabınızı kopya edebiliyomuş. Pes doğrusu! Ha, ayakkabının fuşya tonuna kadar olan bu benzerlik tamamen tesadüf ürünüyse, kendisine bu şansla derhal Loto oynamasını tavsiye ediyorum.

Demek ki neymiş?
-Facebook'ta arkadaş olmak arkadaş olmak değilmiş
-Sizi bir defa hayal kırıklığına uğratan birine asla bir daha tam olarak güvenmemek gerekiyormuş (Descartes'a selam olsun)

22 Eylül 2010

Blue, is the color of you...


Bekarlığa veda partime gelenlere rengarenk minik ojeler hediye etmiştim. Onlardan arta kalanlardan birini denedim dün, bugüne kadar sürmediğim, yazı bu renkten uzak geçirdiğim için pişmanım! Affet beni oje!


Alem buysa kral sensin



Bizim milletin nasıl ultra kendine güvensizlikle 'her şeyi ben bilirim' arasında şizofrence seğirtmesi bana çok ilginç geliyor. Bir bakalım;
-Ulu "Aman başkaları ne der?" mottosu
-Bakkala giderken bile üst-baş-saç-makyaj derdine girme ve yurt dışında insanların rahatlığını görünce ağzı açık bakakalma
-Karşındakiyle -ne aşk ne de başka bir konuda- dürüst olamama, hep entrika, göz çevirme, arkadan konuşma..
-Hakkını alamama, ezilme ve akabinde ezebildiklerini ezme
-Kendini sadece twitter'da ifade edebilme, İngilizce bunalım rock şarkılarından 'nobody loves me' tarzı alıntılar yaparak kendini sevdirmeye çalışma (ve sana söylüyorum; haklısın, kimse seni sevmiyor... bunu anladığına sevindim)
 ve dahası...

Amaaa aynı insanlar başka konlarda birden her şeyin en iyisi olduklarını bağıra çağıra ilan etmekten kendilerini alamıyorlar. örnek mi?
-Eski mankenden tiyatroculara: "Hayırrr oyunculuk eğitimi almadııaam ama gerek görmüyoruoamm"
-Çekim için makyajını yapan makyöze: "Yok o renk olmaz bak şöye yapçan. Ay aslında ben kendi makyajımı yaparım, bilio mısıan ben çokk güzel makyajj yaparım, ver ben yapieem"
-Başlığını değiştiren editöre yazardan: "Benimki daha güzel, öyle başlık olmaz, benimkini koyman lazım!"
-Maçı izleyen seyirciden teknik direktöre "Bu adamı kenara alsana, şunu içeri soksana, bak oyunu böyle yapsanaa gerizekalı"
-Taksi şöföründen belediye başkanına: "Bu trafiğin tek çözümü var abi, bak bu yolu böle yapçan, şu yolu paralı yapçan al sana mis gibi! Ah ben başkan olsam.."
-Fransız mutfağını Ratatouille'dan öğrenmiş, dolmayla büyümüş gençten lüks restoran şefine: "Hmm yalnız bu midye böyle pişmez! Normalde sirkeyle hazırlanması lazım, bu olmamış!"
-Gitarda üç akor öğrenmiş yeni yetmeden Santana'ya: "Hoca, o gitarı babam da çalar sen gel bunu çal. İki solo atınca marifet mi oluyo yeaa, ben de atarım hemi de Akdeniz Akşamları'nın ortasında"
-Yeni anne olmış eski kokocudan tüm kadınlara: "Anne olmak bir san'attır, ama korkmayın ben size en güzelini öğreteceğim"
-Hayatı boyunca kilo alıp vermekten her tarafı sarkmış, bilumum hastalıklara sahip olmuş kadından diyetisyenlere: "Ya ne diyeti, lahana çorbasını iç üç gün üstüste, 5 saat gir saunaya terle bak hemen 10 kilo veriosun!"
-Günde üç paket sigara içen tiryakiden kalp cerrahına: "Tütünün aslında zararı yok hoca. Bu radyasyon yayan cihazlar, egzoz dumanı falan var ya işte asıl onlar bozuyo sağlığımızı. Patates kızartması da yerim sigara da içerim bak taş gibiyim öhö öhö öhö"

Ve daha uzaaar gider....


Bugün bu yazıyı yazma sebebim bu bahsettiklerimden birkaçını birden son iki günde tecrübe etmiş olmam. Bir dahaki patlamam ise Harry Potter okuyarak politika yapma sanatı üzerine olacak, takipte kalın...


Tüm loser'lara selam ederek günün şarkısını her şeyi bilen güzide dostlarıma armağan etmek istiyorum: Sen neyişsin be abi!

19 Eylül 2010

Fashion's Night Out notları



Birilerinin bana 'yeni sezon alışverişini bugün yap!' diye dikte etme fikri pek hoşuma gitmedi. Hele ki her tarafım fashionista wannabe'leriyle doluyken nasıl rahatça alışveriş yapacaktım ki? Yine de kedi merakım galip geldi ve hazır yolum da Nişantaşı'na düşmüşken etrafı bir kolaçan ettim. İşte Shibafu'Nun FNO notları:

-Şampanya ve ikramlar hemen her mağazada çok başarılıydı. Şaraplı bir akşam yemeğine davetli olduğum için L'Occitane'ın macaron'larını, Beymen'in çikolataya batmış çileğini ve türlü içkiyi reddettim ama Vakko'da Moet&Chandon ikramına kayıtsız kalamadım, bir parça nasiplendim.
-Belediye Abdi İpekçi'nin yapımını bitirememişti, yol toz toprak içindeydi. Buna rağmen Mustafa Sarıgül organizasyonun ana sponsoruymuş havasında Nişantaşı'nda dolaşıyordu. Girdiğim bir mağazaya peşinde kameramanlarla geliverdi, ben dahil içerideki herkesin elini sıkıp şovunu başarıyla sergiledi.
-İkoncan tayfasının tümü Nişantaşı'ndaydı. Ten renkleri sağolsun kolayca seçiliyorlardı.
-Herkesin elinde şampanya vardı ama kimsenin elinde alışveriş poşeti görmedim.
-Pek çok kişi indirimli alışveriş yapacağını zannederek gelmiş, görevlilere ısrarla indirim oranı soruyordu.
-Abdi İpekçi ve onu kesen sokaklar hariç boştu. Gucci'nin önünden geçerken içim acımadı değil, kapıda elinde şampanya tepsisiyle bekleyen görevliyle içeride turntable başında ter atan DJ çok umutsuz gözüküyordu.
- Bu arada Machka'nın yeni koleksiyonuna ba-yıl-dım! Ama %70 indirime girmediği sürece fiyatlarını alınabilir bulmuyorum.

17 Eylül 2010

Çikolata denizinde boğulmak



Başımıza ne geldiyse bu dergi işinden geldi sevgili okur. Bu ay el yapımı çikolatalar konusu yapıp kamuya hizmet edelim dedik. Nereden bilirdik ki cupcake konusunda olduğu gibi ofis çikolatayla dolacak, taşacak, biz sabahtan akşama kadar çikolatayla beslenip tatlı komasına gireceğiz?
İlk başta vallahi çok güzeldi ama artık çikolata görmek istemiyoruummm!
Siz yine de Time Out Ekim sayısına bir göz atın ;)

13 Eylül 2010

Sürme, yapıştır!



Geçen haftalarda Sephora'dan bir hediye paket gelmişti. İçindekileri ancak dün inceleme ve kullanma fırsatım oldu. Yapışkanlı ojelerine bayıldım! Paketi açıyor, tırnağınıza yapıştırıyor, fazlalıkları kolayca yok ediyorsunuz. 
Dayanıklı mı? Evet
Taşma oluyor mu? Hayır. Manikürcünün sürdüğü oje kadar düzgün duruyor.
Kuruma süresi var mı? HAYIR!!!
Kolay mı? Eh... Yani düzgün yapışırmak için biraz uğraşmam gerekti, ama elim alışsa daha kolay yaparım muhtemelen. El ve ayak tırnaklarıma ojeyi yapıştırmak yaklaşık 20 dakika sürdü. Ama dediğim gibi, kuruma süresi olmadığı için işiniz biter bitmez işinize devam edebiliyorsunuz. 

07 Eylül 2010

3 ayda 3 ülke

Seyahat etmeye bayılırım ama ne yazık ki ne bunu gerektiren bir işim, ne de yeteri kadar vakit ve nakitim var. Lakin bulduğum her fırsatı sonuna kadar değerlendiriyorum. Tasarımcı imzalı bir kıyafet ya da yeni bir LCD alacağıma uçak bileti almayı tercih ediyorum.

Son üç ayda şansım yaver gitti ve üç farklı ülkeyi ziyaret ettim.  Uzun uzun anlatmayacağım ama bu aralar yolunuz düşerse diye her biri hakkında birkaç tüyo vermek isterim...

Lizbon


-Eylül ya da Haziran farketmiyor, yağmur ihtimali yüksek. Yanınızda mutlaka şemsiye bulundurun.
-Fernando Passoa'nın Lizbon kitabını okuyun gitmeden evvel, onun adımlarını takip edin.
-Morina balığının türlü çeşidini yemeye hazır olun, her menüde bulacaksınız.
-Klasik sightseeing otobüsleri yerine nostaljik tramvay ile şehir turu yapmayı tercih edin.
-Mutlaka ama mutlaka Porto şarabı için, birkaç şişe de valize atın.

Santorini (Thira)



-Ya sevgilinizle/eşinizle ya da kafa dinlemeye yalnız gideceksiniz. Arkadaş grubuyla eğlenmek için istikamet Mikonos. Balayı için ideal.
-Ortadaki aktif yanardağ adacığına tur düzenliyorlar, gitmeyin. Uzaktan daha güzel gözüküyor... Hem boşa para veriyorsunuz hem de kızgın güneşin altında İsa'nın çilesi misali dağ tepe yürüyorsunuz.
-Günbatımını izlemek için Oia'ya gidin mutlaka. Güzel manzaralı bir restoranda güneşin tam battığı saate rezervasyon yaptırmayı unutmayın yoksa yer bulmak imkansız.
-Reçine şarabı güzel, denemeye değer.
-Araba kiralamak şart, plaja ve adanın diğer kısımlarına ulaşmak için toplu taşıma yok denecek kadar yetersiz.
-Atina aktarmalı uçuyorsanız size Türkiye'de ne derlerse desinler bavulunuzu Santorini'ye kadar getirmelerini beklemeyin, Atina'da teslim alıp gümrükten geçirdikten sonra yeniden uçağa verin.

Amsterdam



-Havaalanından şehre trenle ulaşmak çok kolay ve hızlı. Boşuna taksiye vs para vermeyin.
-Şehir içi ulaşım ve müze girişlerini kapsayan I Amsterdam kartlarından satın alın, epey tasarruf ettiğiniz gibi, müze girişlerinde daha az sıra bekliyorsunuz.
-Anne Frank Huis için biletinizi önceden, internetten alın. I Amsterdam karta dahil değil, turizm ofislerinde de satılmıyor ve önünde her zaman upuzun bir kuyruk var.
-Mutlaka bisiklet kiralayın ve şehri bir de pedal çevirerek keşfedin.
-Hayvanat bahçesi Artis görmeye değer, fazla vaktiniz varsa gidin, huzur bulun.
-Space cake'i azar azar yiyin, bence hiç yemeyin. (Abraxas'tan aldıysanız hepsini de yiyebilirsiniz, haşhaşlı çörek kadar kafa yapıyor ancak...)
-Müzeleri sanatla sınırlamayın, Heineken müzesi, House of Bols, Seks Müzesi gibi yerlerde çok eğlenebiliyorsunuz.
-Ağustos ayında bile mont, hırka, yağmurluk vs. götürün. Tecrübeyle sabit!

SIRADAKİ: Beyrut. It will be legen... Wait for it! :)